Page 12 - aktuel-21

Basic HTML Version

12
/ Bezmiâlem Aktüel 2018
kabul edeceğimiz bu vesikalar (vakfiyeler) öyle
ayrıntılı düzenlenmiştir ki bugün okuyanları hayrete
düşürür. Vakıfları hayır eserlerinden ayıran özellik,
belli bir akarının olması ve o gelirin o iyiliğe/amaca
tahsis edilmesidir. Vakıfların eserlerden farkı,
iyiliğin devamını sağlayacak gelir kaynaklarıyla
birlikte düşünülmesi ve tahsisin geliriyle birlikte
bir yönetim biçimiyle yapılmasıdır. Vakıflar, İslam
medeniyetinde öylesine yaygınlaşmıştır ki asırlar
boyu devletin sosyal sorumluluk olarak yükünü
omuzlayan müesseseler olmuştur. Vakıflar, serveti
hizmete dönüştüren kuruluşlardır. Bu servet arazi
ve emlaktan oluşabileceği gibi menkul varlıklardan
(para, altın, hisse senedi) da oluştuğu zaman zaman
görülmüştür. Bazen bu ikisinin bir arada olduğu
vakıflar da olmuştur.
Fatih Sultan Mehmed Han zamanında İstanbul’a
et temin eden kasapların zararlarının sübvanse
edilmesi için bir fon sağlayan para vakfı kurulmuştur.
(İstanbul Mahkemeleri şeriye sicillerine kayıtlı
vakfiye 896/1490).
14
Vakıflar, İslam medeniyetinde servetin zengin
kesimlerden, toplumun daha fakir kesimlerine
doğru akışını önemli ölçüde gerçekleştirerek sosyal
dengelerin kurulmasında ve sosyal bütünleşmenin
sağlanmasında önemli rol oynar.
Vakıflar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde
sosyal, kültürel ve ekonomik hayata damgasını
vurmuştur. Sultan Murat vakfettiği imaretler
için “Âhiret için azığımdır.” ifadesini
kullanmıştır. Fatih Sultan Mehmed,
fetih esnasında ümera, devlet
adamı ve askerlere, ganimetten
düşen hisselerini verdikten
sonra, kendi hissesine düşen
emlaktan hiçbirini almayarak
tamamını milletin malı olmak
üzere vakfetmiştir. Eserleriyle
sosyal ihtiyaçlara çözüm
getiren bu pâdişâhlara ‘ebu’l-
hayrat’ yani
‘hayrat babası’
lakabı verilirdi.
Vakıf şehir olan
Kudüs
ve Haseki
Hürrem Sultanın Kudüs Vakfiyesi kayda değerdir.
Vakfiyede Kudüs’te vakfedilen cami, aşevi, han,
hamam, burada görevlendirilecek kişiler ve burada
verilecek hizmetlerin maliyetlerine tahsis edilecek
gelirler için vakfedilen köy ve arazilerin gelirleri tek
tek sayılmış ve yönetiminin nasıl yapılacağı kimlerin
sorumlu olduğu vakfiyede belirtilmiştir. Medeniyetin
önemli ögelerinden olan şehirleşme ve şehirlerin
siluetleri Endülüs’ten Ortadoğu’ya, oradan Orta
Asya’ya, oradan Anadolu’ya, oradan balkanlara
kadar vakıf eserleriyle şekillenmiştir. Cami, medrese,
kütüphane, aşevi, han, hamam, çeşme, kervansaray
ve kapalı çarşılarıyla şehir merkezleri vakıf eserleriyle
donanmıştır. Vakıf eserleri; hat, tezhip, taş oymacılığı,
ahşap oymacılığı ve ebru gibi sanatların gelişmesine
katkıda bulunmuştur.
Osmanlı padişahları, sultanları, valide sultanları,
vezirleri, defterdarları, emirleri, zengin kişiler, pek çok
vakıf kurmuştur. Kurulan bu vakıflar beytülmaldan
değil kendi kazançlarından kurulmuş vakıflardır.
Osmanlılar yaptıkları hayır eserlerini büyük bir
inançla ayakta tutma, geliştirme ve sürekli kılmaya
önem vermiş ve bunların ihtiyaçlarını giderecek
vakıfları da kurmayı ihmal etmemiştir.
Miladi 1530-1540 seneleri arasında yapılan vakıflarla
ilgili tahrirlere göre; yalnız Anadolu eyaletinde vakıf
yoluyla
45 imâret, 342 câmi, 1055 mescid, 110
medrese, 154 muallimhâne, 1 kalenderhâne,
1 mevlevîhâne, 2 dâriülhuffâz, 75 büyük han
ve
kervansaray
kuruldu. Bu müesseselerde
vazife yapan 121 müderris, 3756 hatîb, imam ve
müezzinle 3229 şeyh, şeyhzâde, kayyım, talebe
veya mütevellinin iâşe giderleri ve maaşları vakıf
gelirlerinden karşılandı.
16
“Osmanlı ülkesinde bir adam, vakıf
bir evde doğar, vakıf bir beşikte
uyur, vakıf mallardan yer ve içer,
vakıf kitaplardan okur, vakıf bir
mektepte hocalık eder; vakıf
idaresinden ücretini alır ve
öldüğü zaman kendisi vakıf
bir tabuta konur ve vakıf bir
mezarlığa gömülürdü. Bu
suretle beşerî hayatın bütün
icâblarını ve ihtiyaçlarını vakıf
mallarla temine pekâlâ imkân
vardı.” Bu tanımlamadan Osmanlı
Devletinin vakıf medeniyeti haline
dönüştüğü görülmektedir.
Batılı seyyah Hunke’nin, müslüman hastanesinde
yatmakta olan bir gencin babasına yazdığı