Page 16-17 - aktuel-14

Basic HTML Version

BezmiâlemAktüel 2016 /
17
16
/ BezmiâlemAktüel 2016
İstiklal Marşımızın yazarı ve Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un
bizlere bıraktığı en kıymetli hazinesi “Safahat”ta milli şuurumuzun yanı
sıra onun dostluğunu, kahramanlığını, sıcaklığını, kendi hikayelerini,
en çok da bizlerin hikayelerini buluyoruz.
MİLLİ ŞUURUMUZ VE
ŞAİRİMİZİN HAYATI:
“SAFAHAT”
ÖMER POLAT /
ÇAPA FEN LİSESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ
Mehmet Âkif, ahlâkın en güzelini, sarsılmaz karakterini,
bitmez tükenmez azmini son nefesine kadar hiç taviz
vermeden sürdürmüş, bu güzel hasletleri yaşamakla
kalmamış almış kalemi satır satır yazmıştır. Ne
yazık ki hakkıyla okunmayan eseri yüzlerce sayfalık
muhteşem zenginliğiyle kitap raflarını süsler olmuştur.
“Safahat” kilitli bir hazine gibi ne mücevherler saklıyor.
Bu hazineden sadece bir pırlanta tanıtmak istiyorum.
Tam da Mehmet Akif’e yakışan bir destan… Bir
akşamüstü başlayan okudukça içimizi ısıtan bir
güzel hikaye, bir ahlakın destanı… “Seyfi Baba”dan
bahsediyorum.
“Geçen akşam eve geldim. Dediler: Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş. Nesi varmış acaba?”
Mehmet Akif, dairedeki işinden akşam eve geliyor.
Evdekiler kadim dostu Seyfi Baba’nın hastalanıp
yattığını haber veriyorlar. Mehmet Akif bunu duyar
duymaz “Nesi varmış acaba? Esef ettim vah vah!..”
diyerek üzülüyor. Mehmet Akif, akşamın karanlığı
basmış ve henüz eve ilk adımını atmışken şöyle bir
oturup nefeslenmeden gürlüyor:
“Bir fener yok mu verin… Nerede sopam? Kız
çabuk ol! / Gecikirsem kalırım beklemeyi... Zira
yol / Hem uzun hem de bataktır...”
İşte Mehmet
Akif gece demeden, yol uzun demeden, yağmura
aldanmadan hasta dostuna, Seyfi Baba’ya koşuyor.
Bu ne samimiyet, bu ne ihlas. Halbuki sabahı
bekleyebilir, gündüz gözüyle yağmurun dindiği bir ara
gidebilir, ziyaret edebilir. Mehmet Akif bakın ne güzel
anlatıyor:
“Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde,”
O günlerde sokaklar şimdiki gibi geceleri aydınlatmalı,
taş döşeli, asfalt değil. Toprak yol yağmurla gölcükler
oluşmuş, balçığa dönmüş. Tabii her yer zifiri karanlık.
Mehmet Akif elinde feneriyle karanlıkta yol bulacak,
elinde değneğine dayanarak ayakta durabilecektir.
Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor. Yolcumuz
yolunda bata çıka ilerliyor. Gece yarısı sokaklarda
sefil İstanbul’u görüyor:
“Sokulup bir saçağın altına güya uyuyan
Hânümân yoksulu binlerce sefilân-ı beşer:
Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler:
Evi sırtında sokaklarda gezen aileler!”
(Demek ki eski İstanbul’u bir de Safahat’ta okumak
gerekirmiş!..)
Yolda feneri sönen, yolu şaşıran Mehmet Akif zor
bela kapıya yanaşıyor. Kapıda sarkıtılmış ipi çekip
içeri giriyor. Harap bir evin gıcırdayan merdiveninden
çıkıyor. İçeriden iniltili bir garibin sesi duyuluyor:
“Nerede kaldın? Beni hiç yoklamadın evladım!”
Evladım diyerek bağrına bastığı dostunun sadakatini
biliyor da böyle sesleniyor. Odaya giren Mehmet
Akif önce zar zor odadaki gaz lambasını yakıyor ve
mangalı eşip canlandırıyor. İşte o zaman bir dost
sohbeti başlıyor ki görülmeye değer. Safahat'ın
sayfaları böyle hep bizim hayatımızla dolu. Hani
millî kültürümüz diyenlere duyurulur. O aradığınız
Safahat’ın iki kapağı arasındadır. Komşunun verdiği
ıhlamuru kaynatılıyor. Seyfi Baba’ya can geliyor, neşe
geliyor. Bu yetmişi aşkın adam ekmek parası için
damda kiremit aktarmıştır. Öyle bir coşuyor ki:
“Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası”
Bu mısralar bir milletin şerefini, asaletini haykırıyor.
El açmak, istemek ve dilenmek üzerine bir dünya
kuranların yüzüne çarpıyor mısralar. Mehmet Akif o
geceyi bir bir köşeye kurulup geçiriyor. Sabah olunca
hasta ziyaretinden ayrılmak vaktidir.
“Ortalık açmış, uyandım. Dedim artık gideyim,
Önce amma şu fakir âdemi memnun edeyim.”
Mehmet Akif elini kesesine sokuyor. Tek kuruş
yok. İçi yanarak öyle bir söz söylüyor ki bu sözü
ancak Mehmet Akif gibi samimi ve gerçek dostlar
söyleyebilir, ancak Mehmet Akif gibi sözünün eri olan
kahramanlar:
“O zaman koptu içimden şu tahassür-i ebedî:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi.”
Milli Şairimiz Ersoy Kimdir?
20 Aralık 1873 senesinde dünyaya gelen ve 27
Aralık 1936 senesinde hayatını kaybeden Mehmet
Akif Ersoy Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşı olan
İstiklal Marşı'nın yazarıdır. İstiklâl Marşı şairi olması
bakımından "Millî Şair" unvanını almıştır. Ölümünün
80. yılında saygıyla anılan Mehmet Akif Ersoy Türk
tarihinin önemli şairlerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un en önemli eserleri
İstiklal Marşı (1921) ve şiirlerini topladığı Safahat
(1911-1933) adlı eseridir.
Öğrencilerimiz ile birlikte İstiklal Marşımızın yazarı veMilli ŞairimizMehmet Akif Ersoy’un 80. ölümyıldönümünde
Edirnekapı Şehitliği’nde bulunan kabrini ziyaret ettik. Kabri başında Yasin-i Şerif, dualar okundu ve ardından
öğrencilerimiz Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerini seslendirdi.
Milli Şairimiz Ersoy’un
Kabrini Ziyaret Ettik
Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,
Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim.
Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!