Page 13 - aktuel-22

Basic HTML Version

Bezmiâlem Aktüel 2019 /
13
“Benim için müfredattan ziyade öğrencilerimin
kendisini tanıması ve hayatta kendisini
kurtarabileceği donanıma sahip olabilmesi
önemlidir” diyorsunuz bir haber çalışmanızda.
Eğitim ile ilgili kalıpların karşısında duruyorsunuz
aslında bu sözünüzle. Sizce mevcut sistem
içerisinde özellikle üniversitelerimizde donanımlı
öğrenci yetiştirme konusunda bir zafiyet ya da
eksiklik var mı? Bu konudaki değerlendirmeleriniz
neler olur?
Sadece üniversite sistemi değil, genel eğitim
sistemi içerisinde müfredat yetiştirme kaygısı var.
Üniversite ya da diğer eğitim kurumları bu iş için
değildir. Üniversiteye adam olmak için girersin.
Günümüzde bilgiye erişmek zaten çok kolay, herkes
her şeyi cep telefonunda bulabiliyor. O zaman nedir
önemli olan? Önemli olan hocadır. Allah da Kuran-ı
Kerim’i online indirebilirdi. Ama Hz. Peygamberi
gönderdi. Niye gönderdi? Kılavuzluk etsin, hocalık
etsin diye gönderdi. Öğrenci hocada ne bulacak?
Hocanın görevi, amacı ne olacak? Hoca önce ayna
tutacak: “Bak evladım senin içinde bir cevher var.
Aynayı önüne koyuyorum, sen şimdi şu aynada bir
kendini gör, yeteneğin nerede, kabiliyetini nerelerde
geliştirebilirsin, ben sana bunu göstereyim. Hz.
Şems, Hz. Mevlana’ya geldiği zaman; Hz. Şems’in
yaptığı tek şey, aynayı tutmaktı, kendi içindeki
nuru görebilsin diye. Şems, “Sen bugüne kadar
ulemaydın, aklını da kullanıyordun, şimdi aşkını
kullan. Ben sana aşk vermeyeceğim, aynayı kendi
önüne aç ve kendini gör” diyor. Mevlana’nın
Hz. Şems için yazdığı Divan-ı Kebir, aslında Hz.
Mevlana’nın kendi içindeki nura yazdığı gazellerdir.
Şems, Mevlana’nın kendini görmesi için yol
gösteriyor. Sonra da vazifesini tamamlayıp gidiyor.
Başka ne yapacak hoca? Hz. Peygamber ümmetine
ne yaptıysa onu yapacak. Temsil edecek. Tebliğ mi?
Temsil mi? Bugün İslam’ın tebliğle ilgili hiçbir sorunu
yok ama temsil makamında sorun var. Kimse, Hz.
Peygamber bir tarafa, Hz. Ebubekir gibi bile temsil
seviyesine erişebilmiş değil. Yani burada hocanın
görevi onun içerisindeki cevheri ortaya çıkarmak
ve örnek olabilmektir. Benim öğrencilerim verdiğim
müfredatı hiç hatırlamıyor ama “Bize insan olmayı
öğrettiniz!” diyorlar.
Tasavvufla tanışıklığınız profesör olduğunuz yıllara
dayanıyor okuduğumuz kadarıyla. Keza kızınız Nazlı
da o yıllarda hayatınıza giriyor. Bir röportajınızda
Nazlı beni iyiliğe, nuradoğru yönlendirdi diyorsunuz,
o benim Şems’im oldu diyorsunuz. Sizi tasavvufa
yönlendiren ana etken Nazlı mıydı?
Tabii. Nazlı’nın sayesinde oldu. Ben 1991’de ehli şeriat
bir adamdım. 5 vakit namazımı kılar, araştırmalarımı
yapardım. İnancım tabii ki vardı ama bir mürşit
bulmalıyım, içimdeki sıkıntıları giderecek bir adam
bulmalıyım diye bir arayışa girmedim, bunun ihtiyacını
da hissetmedim. Tarikat düşmanı falan değildim,
tasavvufla ilgili eserleri de çok okudum. Ama o kitapları
ölüler kitabı olarak düşünürdüm; eskiden veliler vardı,
şimdi olamazlar diye de düşünürdüm.
Nazlı doğdu, Nazlı doğunca hayatta kazanmış
olduğum her şey bir anda hakkıyla yeksan oldu.
Onca sene hazırlık yapıp belli bir yere kadar geldiğimi
İkinci kitap ise; üniversite yıllarımda tanıştığım ve tarihe bakış açımı değiştiren
Fuat Köprülü’nün “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” isimli eseridir. Bu
bizim Türk tarih tezimiz ve felsefemiz içerisinde yatar. Yesevi Hazretlerinden
başlar, Yunus Emre ile devam eder. Kendi kişiliğimi ve kimliğimi o kitapta
bulmuşumdur. “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” bizim topraklarımız
üzerinde yaşayan her gencin, büyüğün okuması gereken bir kitaptır.
Üçüncü kitap, profesörlüğümden 10 sene sonra keşfettiğim Hz.
Mevlana’nın Divan-ı Kebir’idir. Hazreti Şems, Hz. Mevlana’nın
hayatına ne zaman girmişse, benim hayatıma Divan-ı Kebir o zaman
girmiştir. Divan-ı Kebir bana aşk ile yanmayı öğretmiştir.
Divan-ı Kebir’i herkesin okumasını tavsiye etmiyoruz. Çünkü önce şeriatı bilmek
lazım, İslami Bilimleri bilmek lazım, tasavvufu bilmek lazım, Hz. Mevlana’yı bilmek
lazım ondan sonra Divan-ı Kebir okunmalı. Yanmak meselesi çok önemlidir,
öyle herkes yanamaz. Çocuklar gidip elini prizlere sokuyorlar da öyle değil o
işler. Ona dikkat etmek lazım. Öyle yaparsanız kömür olursunuz! Maksat kömür
olmak, nara dönüşmek değil, nura dönüşmektir. Dolayısıyla Divan-ı Kebir dikkatli
okunmalıdır, başınızda birisi ile okunmalıdır. Benim başımda Hz. Şems vardı.