Page 33 - aktuel-25

Basic HTML Version

33
/ Bezmiâlem Aktüel 2019
Birçok romanın birkaç
defa okunmasından sonra
kendimi murakabe ederek
en fazla hangi dönemi
sevdiğimi
ve
oraya
iltica ettiğimi öğrendim
ve neticede, Osmanlı
Devletinin kuruluş devri ve
Rumeli fetihleri, Osmanlı
Rumelisi, akıncılar vs.
olduğunu idrâk ettim.
Neyse
Osmanlı’nın
kuruluş devrini anlatan
romanları okurken üç
romancının
birbirinden
farklı Osman Gazi portresi
çizdiğini gördüm. Devlet Ana’da Kemal Tahir, hiçbir
manevî tarafı olmayan ama zeki, müdebbir, coğrafya
ve sosyo-ekonomik yapının gereklerini iyi bilen
ve ona göre davranan karizmatik bir lider portresi
çizmişti. Roman olarak çok başarılı ve doyurucu
bir metin oluşturan yazar, bir çeşit iştirakçi yapı ile
sistemli bir yağmacılar federasyonu teşkil ettiğini,
bu uğurda başta Edebali ve Yunus Emre olmak
üzere Osman Bey’in karizması oluşsun diye bol
bol yalan söylediğini ve yalanlar uydurduklarını
kurgulamıştı. Maddiyatçı olarak bütün icapları
yerine getiren, fırsatları değerlendiren, çok etnik
yapılı bir sistem oluşturan, dinî motifleri, tarikat
ehlini halkı ikna etmek için kullanan modern bir lider
resmi çizilmiş… Ama yine de bizim tarihimizin bu
çok önemli parçasının edebî olarak anlatılması çok
değerli.
M. Necati Sepetçioğlu ise nehir roman tarzında
yazdığı serinin 4 ve 5’inci kitaplarında, özellikle
4’üncüsünde Osman, Osman Bey ve Osman
Gazi oluşu oldukça realist tarzda, edebî bir dille
okuyucuya aktarmıştır. Burada Orta Asya’dan gelen
Yesevî ocağının fonksiyonu göz ardı edilmemiş,
ancak o da meşhur rüya hadisesinin Edebali
tarafından uydurulduğunun söylenmesi, gelenekten
gelen bilgiler hakkında şüphe duymama ve acaba
bir meşruiyet mi temin edilmek isteniyor, diye
düşündürüyor okuyucuyu.
Nihayet seksenli yılların başlarında Tarık Buğra’nın
Osmancık romanı önce gazetede tefrika edildi,
sonra da kitap halinde neşredildi. Buğra, Osmanlı
tarihçilerinin anlattığı yer yer menkıbelerle
süslenmiş tarihî bilgilerini
bir sanatkâr ustalığıyla
sağlam bir metin olarak
kurgulamış ve bir mânâda
epik bir roman kaleme
almıştır.
Bu
romanı
okuyup
daha sonra TRT’ye dizi
olarak çekilen Kuruluş’u
seyrettikten
sonra
kendime gerçek Osman
Gazi nasıl biriydi, diye
sormaya başladım. Bunu
öğrenmek için tarihî
metinleri, bu konuda
üstad tarihçilerin kaleme
aldıkları kitap ve makaleleri defalarca okudum.
Tevarih-i Âl-i Osman’ların ilgili bölümlerini tekrar
tekrar okudum ve çok net olmayan, gri bir Osman
Gazi portresi görebildim. Bu büyük insan, kurucu
babamız, tanınmıyor, tanınamıyor. Tarihî malumat
bize kâfi miktarda yardımcı olmuyor.
Tarihçilerin Osman Gazisi ile edebiyatçıların,
sanatkârların, romancıların Osman Gazisi arasında
farklar olduğu gibi, tarihçilerin kendi aralarında
da farklı Osman Gazi portreleri vardı. İdeolojik
durumları, Türkler ve Müslümanlar hakkındaki
tavırları, dünya görüş ve anlayışları burada etkili
oluyordu.
Tarihçilerin -Tabii ki burada gerçek tarihçileri
kastediyorum-
derin
ilmî
araştırmalarının
neticesinde ortaya çıkan bilgilerden de istifade
ederek şöyle bir hayat hikâyesi anlatabiliriz:
Osman Bey Kayı boyu reisi Ertuğrul Bey’in oğlu
olarak 1257/58 senesinde Söğüt’te dünyaya
gelmiştir. 1281 yılına kadar babasının önderliğinde
uç bölgesinde yaşamış ve çevresine kendisini kabul
ettirmiş bir beyzade idi. Bu tarihte Ertuğrul Gazi’nin
vefatıyla bey seçilmiş ve Kayı boyu ile müttefikleri
beraber fetih hareketlerine girişmişler, Karacahisar,
Bilecik, Kulacahisar, İnegöl, Yarhisar gibi kaleleri
fethetmiş, bu arada oğlu Orhan’ı da bu gazâlarda
yanında bulundurmuş, özellikle 1300’lerdeki
gazâlarda aktif vazifeler vermiş, ailede çok yaygın
olan nikris hastalığı iyice azınca da daha sağlığında
Orhan’ı gazâlara lider olarak göndermiş. Son yıllarını
Orhan’ın başarılarını izleyerek, istirahat ederek