Page 16 - aktuel_sayi_3

Basic HTML Version

14
BezmiâlemAktüel 2014 / 3
kıflarımız kurulmuştur. Vakıf çalışmalarında  Baş-
bakanımızın da sürekli ifade ettiği “İnsanı yaşat ki
devlet, toplum yaşasın” sözünün çok anlam buldu-
ğunu  düşünüyorum.
Vakıflarımızın sosyal hayatımızda önemli bir ala-
nı kapsadığı anlaşılıyor. Peki tersinden düşüne-
cek olursak vakıf faaliyetlerimiz olmasa ne gibi
eksikliklerimiz olurdu?
Bence en büyük eksiklik bizlerde olurdu. Allah (cc)
vakıf anlayışı ile bizlere yani vakfedenlere, vakıf
yöneticilerine, vakıflara yardım edip gönül veren-
lere biraz evvel söylediğim gibi dua edenler dahil
hepimize büyük bir hayır kapısı açmıştır. Vakıf ça-
lışmaları olmasa bunlardan mahrum olurduk.
Daha önce de ifade ettiğim gibi İslam ülkeleri ve
bilhassa Türkler, vakıf müessesesinin gelişme-
siyle kalıcı bir medeniyet kurabilmiştir. Vakıfları-
mız sadece dini alanlarda değil çok önemli sosyal
mecralarda da faaliyet göstermektedir. Kimsesiz-
lerin bakımı, imkânı olmayan hastaların tedavisi,
büyük şehirlerde bin bir güçlükle eğitim hayatla-
rını sürdürmeye çalışan öğrencilere sağlanan im-
kânlar  vakıflarımızın gayretleriyle olmaktadırlar.
Türkiye’deki bu sosyal dayanışmanın yanı sıra İs-
lam dünyasının da gözü kulağı ülkemizdedir. Müs-
lüman ülkelerin birçoğunun savaş alanı haline
getirildiği hepimizce malumdur. Milyonlarca aç,
susuz ve yardıma muhtaç insan da bir vebal olarak
sırtımızdadır. Dolayısıyla vakıflarımızın faaliyetle-
rinin olmaması sadece Türkiye’de değil, insanları-
mızın  maddî manevî yardımlarıyla hayatlarını sür-
dürmeye çalışan diğer dost ve kardeş toplumlarda
da ciddi bir sosyal krize sebebiyet verir. Suriye’yi
örnek alırsak milyona varan mülteciye devletimiz
kucak açmış; kısmen devlet imkanları kısmen va-
tandaşlarımızın yardımları ile bu çaresiz insanlar
hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Yine Gazze
gibi adeta açık bir hapishanede bebek maması-
nın dahi bulunamaması, birçok Afrika ülkesinde
insanların en temel ihtiyaçları olan temiz suya
erişememesi düşünüldüğünde, bu sıkıntıların gi-
derilmesi konusunda büyük çaba sarf eden vakıf-
larımızın ve vakıf anlayışının ne kadar önemli işler
yaptığı ve buralarda olmamaları halinde nasıl bir
insani kriz oluşacağı tahmin edilebilir.
Başta İlim Yayma Cemiyeti olmak üzere İbnü-
lemin Mahmut Kemal İnal Vakfı ve Hırka-i Şerif
Vakfı’nın yöneticileri arasında bulunuyorsunuz.
Bu vakıfların faaliyetlerine geçmeden önce sizin,
vakıf ve derneklerle ilk tanışmanız nasıl oldu?
Biraz anlatır mısınız?
Elbette. İçerisinde bulunduğum ortam gereği as-
lında camiamızın vakıf ve dernekleriyle her zaman
alakalıydım. Aktif görev almam ise üniversiteden
mezun olmamla birlikte gerçekleşti. Öğrencilik
nihayete erip iş hayatına atılmamdan sonra vakıf
çalışmalarına da başlamış oldum. Bugün çoğu
rahmet-i rahmana kavuşmuş olan ve İlim Yayma
Cemiyeti’nin kurucularında 68 güzel insanın da
birçoğunu tanıma şansına erişmiştim.
Hemen buradan İlim Yayma Cemiyeti’ne geçelim
isterseniz. Bize kısaca cemiyet hakkında bilgi ve-
rebilir misiniz?
İlim Yayma Cemiyeti, 11 Ekim 1951 yılında biraz
önce ifade ettiğim 68 mümtaz şahsiyet tarafın-
dan adeta ilmek ilmek işlenerek oluşturulmuş
bir kuruluştur. 1950’li yıllara gelindiğinde bir ge-
çiş dönemi yaşanmaktaydı. Uzun süre insanları-
mız dinî eğitimden mahrum bırakılmış, manevî
irşada muhtaç olarak yaşamışlardı. Bu kaygılar
toplumun inşasını kendisine dert edinmiş kişile-
ri harekete geçirmiş ve sonrasında Türkiye’deki
vakıflara ve vakıf çalışmalarına model olacak bir
cemiyet toplumumuza hediye edilmiştir. Çünkü si-
vil toplum ruhunun, insiyatif alma, olaylara seyirci
kalmama, tarihin akışına müdahale etme gibi bir
özelliği vardır. Bu bağlamda eğitimli ve yetişmiş,
dinî değerlerini bilen bir gençliğin en kısa sürede
oluşturulması ana fikirdi. İşte böyle sıkıntılı, im-
kansızlıkların yaşandığı bir dönemde 68 güzel in-
san, ulvî bir ideal için Sirkeci’de bir araya geldiler.