Page 39 - aktuel-7

Basic HTML Version

BezmiâlemAktüel 2015 /
39
Edebiyatın, şiirin ve bunların malzemesi olan dilin
bir millet için anlamı nedir?
Biliyorsunuz Honore de Balzac’ın ünlü bir sözü var.
Diyor ki: “Millet, edebiyatı olan topluluktur.” Bu çok
doğru bir tespit. Dediğiniz gibi, edebiyatın temel mal-
zemesi de dildir. Dil ise bir milletin şah damarı de-
mektir. Diyarbakır’ın büyük vatanperver evladı Nazif
Bey, “Türkçe milletimizin iskeletidir.” diyor. İskeletsiz
bir insan nasıl ayakta duramazsa, dilsiz bir milletin
de, dilsiz bir insanın da ayakta durması mümkün de-
ğildir. O bakımdan edebiyat çok mühim, o bakımdan
şiir çok mühim. Fakat biz edebiyatımızı ciddi ölçüler
içerisinde, zengin kelime dünyası ile ele alabilmiş onu
çocuklarımıza sevdirebilmiş değiliz maalesef.
Bilim adamları insanın kelime dağarcığı ile
düşünebilme kapasitesinin doğru orantılı olduğu
söylüyor. Namık Kemal’in de “İnsanın bildiği
kelimeler zekâsıyla eşdeğerdir” dediğini biliyoruz.
Fakat çağımızda yeni medya teknolojileri
özellikle gençler arasında az kelimeyle ve kısa
cümlelerle anlaşmayı yaygınlaştırıyor. Bu konu
hakkında ne söylersiniz?
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de in-
sanlar kelimelerle düşünüyor, kelimelerle yazıyor ve
konuşuyorlar. Gençlerimizin bazı televizyonlardaki
açıklamalarını dinliyorum, kelime dünyaları son dere-
ce kıt olduğu için doğru dürüst üç cümleyi, beş cüm-
leyi arka arkaya getirip söyleyemiyorlar. Batı dünyası
kelimenin insan hayatında ve millet hayatında nasıl
büyük bir öneme sahip olduğunu çok iyi tahlil et-
miştir. Batı, sekiz yıllık eğitimden geçirdiği çocukla-
rını 70.000 kelimelik ders kitaplarıyla yetiştiriyor. Yani
batı dünyasında, diyelim ki Fransa’da, İngiltere’de,
Almanya’da sekiz yıllık eğitimden geçen çocukların
ders kitaplarında 70.000 kelime var. Bizim sekiz yıllık
eğitimden geçen çocuklarımızın ders kitaplarında ise
6000 - 7000 arasında değişiyor kelimelerimiz. Bizim
sevgili çocuklarımız bu 6000-7000 kelimenin sadece
%10 ile düşünüyorlar ve konuşuyorlar. Öyle “gittim,
geldim, baktım, gördüm, acıktım, yattım, kalktım,
kızdım, koştum” şeklindeki kelimelerle konuşmak
Türkçe konuşmak değil ki. Bu, sokak Türkçesi. Her
milletin böyle sokak Türkçesi var. Ama mesela siz se-
kiz yıllık eğitimden değil, lise öğretiminden geçen ço-
cuklarımızın önüne bir Cemil Meriç’in kitabını koydu-
ğunuzda, bir Peyami Safa’nın kitabını koyduğunuzda
çocuklarımız bu kitapları okuyabiliyorlar mı? Okuduk-
larını anlayabiliyorlar mı? Eğer anlıyorlarsa işte ben o
zaman onlara “Türkçe biliyorlar” derim. Şimdi çocuk-
larımız, gençlerimiz dil konusunda son derece fakir
yetiştikleri, yetiştirildikleri için dilimizi de son derece
anlamsız bir kimliğe büründürüyorlar ve dünkü edebi-
yattan katiyen haberleri olmuyor. Bu çok büyük bir fa-
cia. Anlatmak istediklerimizi doğru olarak ortaya ko-
yamazsak, yapılmasını istediğimiz işleri yaptıramayız.
Bu takdirde âdetler ve örflerde bir bozukluk meydana
gelir. Bu adaletsizliği doğurur. Adaletsizlik bir millete,
bir topluluğa panik havası yaşatır. Panik içinde olan
bir milleti idare etmek mümkün değildir.
Kelimeleri ve kavramları yerinde kullanmak lazım.
Mesela, geri kelimesini biliyoruz; iade kelimesini de
biliyoruz ama geri iade etti diyoruz. Mesela kelimesini
biliyoruz, onu beğenmedik yerine örneğin kelimesi-
ni getirdik ve bazen, mesela örneğin diyoruz. Benim
şahsen rahatsızlık duyduğum kelimelerden birisi “yo-
ğun” kelimesidir. Yoğun kelimesi Türkçe olmasına
rağmen, bugün yirmi ayrı manada yoğun kelimesini
kullanıyoruz. Bu dilin çökmesi demektir; dilin zayıf-
laması, törpülenmesi demektir. Yirmi ayrı manaya siz
yoğun kelimesini getirip yükleyebilir misiniz? Bu bir
facia.
Söylediklerinize kulak verenler arasında genel bir
kabul görüyorsunuz. Ancak size hak verenlerde
bile genelde “bu düzen böyle gelmiş böyle
gider” anlayışı hâkim. Müslüman bir toplumda
yaşamamıza ve dinimizin ilim yapmayı ısrarla
teşvik etmesine rağmen bu ümitsizlik, bu boş
vermişlik neden kaynaklanıyor?