Page 40 - aktuel-7

Basic HTML Version

40
/ BezmiâlemAktüel 2015
Bu batıcı düzen, bizi sömüren düzen, bizi kökümüz-
den, ruhumuzdan koparan bir düzendir. Bu düzenle
nasıl mücadele edileceğini ortaya koyan mütefekkir-
lerimiz vardır. Necip Fazıl bunların başında geliyor.
Onun “İdeolocya Örgüsü”nü okumak bizi aydınlıkla-
ra çıkaracaktır inancındayım. Bu konuda bize düşen
vazife okumaktır. Okumak ve bilmek mecburiyetin-
deyiz. Evlerimizin yüzde doksan beşi kitapsız ve kü-
tüphanesizdir. Kitapsız ve kütüphanesiz Müslüman
evi olmaz. Kitapsız ve kütüphanesiz evlerin mağara
karanlığından hiçbir farkı yoktur. Okumayan bir mil-
letiz. Okumadıktan sonra tarihimizin zenginliklerini,
İslâm’ın inceliklerini öğrenemeyiz; bu yükün altından
kalkamayız. Mesela Mehmet Akif Meşrutiyet ve Cum-
huriyet dönemimizin en âbide şahsiyetlerinden biridir.
Tabi ki noksanlıkları vardır; Sultan Abdulhamid Han’a
menfî bir tavır içerisinde olduğu gibi; ama onun dı-
şında müstesna bir kimsedir. Bir üniversitede konu-
şurken öfkelendim ve dedim ki “bütün bu geriliklerin
sebebi İslâm’dır, Kuran’dır ve Peygamberdir. Çünkü
bizim kitabımız okuma (!) emri ile başlıyor, oku dese
Müslüman millet okuyacak. Kuran “okuma (!)” dediği
için okumuyor. Müsebbip Hz. Peygamberdir. Çünkü
“ilim Çin’de değil, başının arkasında dahi olsa aman
oradan kaç (!)” demiş. O yüzden Müslüman baba kızı-
nı okutmuyor. Hemen ilkokuldan alıyor. Hz. Ali’yi çok
severiz, o da demiş ki “bana bir harf öğretenin yedi
sülalesinden emdiği sütü burnundan getiririm (!)” bu
yüzden Alevî de okumuyor Sünnî de…” Bir profesör
beni zorla odasına çay içmeye davet etti. Zorla odası-
na çıktık. Bana “sizi tebrik ederim, ne kadar cesaretle
konuştunuz. Keşke bizim kitabımız Kur’an oku em-
riyle başlasaydı” dedi. Bardak düştü elimden. “Aman
hocam ne yapıyorsunuz, ben özellikle ters söyledim
milleti biraz sarsabilmek için” dedim. Profesör Ku-
ran’ın oku emriyle başladığından haberdar değil. O
bakımdan bu felaketlerin üstesinden gelebilmemizin
birinci şartı okumaktır, araştırmaktır, bilmektir.
Yaşanan dil tahribatında dilimize giren yabancı
kelimelerin mi etkisi daha çok yoksa onlara
karşılık gelecek uyduruk “sözde Türkçe”
kelimelerin mi?
Dile zamanla bir takım kelimeler girer, dilde zaman-
la bir takım kelimeler çıkar. Dil, kendisini kabul ettirir.
Arapça ve Farsça kelimelerin, bir takım kimseler şid-
detle ayıklanmasını istiyorlar. İslamiyet’e inanmıyorlar,
inanmamalarını tabi karşılarım ama bu dildeki kelime-
leri tasfiye etmeye çalışıyorlar. Dilimize giren Yunanca
kelimeler de var. “Kapı, anahtar, kilit, iskelet, kundura,
dünya, temel” kelimeleri Yunanca. Bunlar Yunanca-
dan geldiği için dilimizden atamayız. Bu öfke Arapça
ve Farsça kelimelere karşı, bu da dine inanmamaktan
kaynaklanıyor. Mesela “mektep” kelimesi… Onun ye-
rine İngilizceden “school” ve Fransızcadan “ekol” ke-
limesinden okul kelimesini koydular. Arapçayı kaldırı-
yor, yerine Fransızcayı koyuyorsunuz. İngilizler 400 yıl
önceki kelimeleri okuyorlar, ama bizim çocuklar 50 yıl
önceki kelimeleri okuyamıyorlar. Biz bin yıldan beri
hayat kelimesini kullanmışız. Niye bu hayat kelimesini
çıkartıp atarak yerine yaşam kelimesini kullanıyoruz?
Hiçbir gerekçesi yoktur. Bin yıldan beri biz “mesela”
diyoruz. Niye “mesela”yı çıkarıp bir kenara atıyoruz
da “örneğin” diyoruz? Bin yıldan beri biz “hürriyet”
diyorduk. Bütün Türk Milletleri “hürriyet” diyor. Niye
şimdi özgürlük diyoruz. Bunların hiçbir gerekçesi yok.
Bunlar dilimiz zenginleştirmiyor aksine gittikçe çık-
mazlara saplanmasına yol açıyor.