Page 29 - BAVU-Aktuel

Basic HTML Version

değişik bölgelerinde hasar olan insanlarda farklı
belirtilerin gözlenmesi, bazı fonksiyonlarımızın
belirli beyin bölgelerinde yer tuttuğu fikrinin
kabul görmesi ile sonuçlandı. Örneğin beyindeki
konuşma merkezi, kasları yöneten hareket
merkezi tarif edildi. Elektriğin bulunması ile
birlikte, hekimler beynin değişik bölgelerine
elektrik akımı vererek vücut işlevleri üzerindeki
etkilerini araştırmaya koyuldular. Beyindeki
sinir hücreleri tanımlandı ve nöron adı verildi.
Beyinden çıkan sinir hücrelerinin omuriliğe
ve oradan da organlara gittiği gösterildi. Bu
çalışmaların artması ile birlikte beynin, yaklaşık
100 milyardan çok sinir hücresinin işbirliği
kurduğu bir iletişim ağı olduğu anlaşıldı. Bu,
yeryüzündeki insan sayısının yaklaşık 15 katıdır.
Sinir hücrelerinin (nöron) her biri, 10.000 kadar
başka nörona bağlanır. Bu büyük bağlantı
sayısı, beyin içinde buna paralel devasa bir
işlemler bütününe yol açar. Bütün bilgilerimiz,
duyumlarımız veya düşüncelerimiz, beyinde sinir
hücrelerinin birbiriyle kurduğu elektro-kimyasal
bağlantılardan oluşan devrelerde planlanarak
yürütülür.
Beynin sırları, bilim adamları için yalnızca
bir merak konusu değildir. Beyin ve sinirlerle
ilgili olarak bilinen 1000’den fazla hastalık
var. Bu hastalıklar nedeniyle hastalanan
veya hastaneye yatan insanların sayısı
kanser ya da kalp hastalarının üzerindedir.
Dolayısıyla, aslında beyin ve sinirler üzerinde
yapılan çalışmaların en önemli hedefi, bu
hastalıklara çözüm bulmaktır. Beynin ilaçla
ve cerrahi yollar ile tedavi edilebilen pek
çok hastalığı vardır. Sara, inmeler (felçler),
kas hastalıkları ve parkinson hastalığının
tedavisi nörolojinin sahasına girer. Beyin urları,
darbelerle oluşan kırık ve kanamaların yaptığı
basınçlar, anevrizma gibi hastalıkların cerrahi
usullerle tedavisiyle “Beyin Cerrahi” dalı
uğraşır. Psikiyatri ise, beyin yapılarının
fonksiyonlarındaki değişme ve
bozulmalar sonucu ortaya
çıkan hastalıkların teşhis ve
tedavileri için çalışan tıp dalıdır.
Günümüzün belki de en yaygın
tıbbi sorunu olan depresyonlar,
fobiler, takıntılar, demanslar,
psikosomatik hastalıklar ve
şizofreni gibi 300’den fazla
hastalık ta psikiyatrinin alanına girer.
Psikiyatrik hastalıklar, tarihin en eski
dönemlerinden beri bilinmekle
birlikte 19. yüzyılın sonlarında
şizofreni, depresyon gibi ruhsal
hastalıklar tanımlanarak
bunların beyinle ilgisi araştırılmaya
başlandı. Bu hastalıkların tedavisi için
delikler, ilk beyin
ameliyatlarının bu çağlarda
yapıldığını gösteriyor.
Trepanasyon denen bu
ameliyatların taş çarpması
sonucu parçalanan kemik
kırıklarını çıkarmak veya beyin
dokusuna baskı yapan kemik
parçasını serbestleştirmek
için yapıldığı anlaşılmaktadır.
Ancak, insanoğlunu diğer
canlılardan ayıran en önemli
organımız olmasına ve insanlık
tarihine yön veren her şeyin
işlendiği mekan olmasına
rağmen beyin hakkında
bildiklerimizin neredeyse
tamamına yakını son birkaç
yüzyılda anlaşılmıştır.
On yedinci yüzyıl beyin
araştırmalarının başladığı
dönem olarak adlandırılabilir.
Beyin kabuğunun mikroskopla
incelenmeye başlanması ile
birlikte bilim adamlarının
bu gizemli organın yapısı
ve işleyişi ile ilgili keşifleri
de başlamıştır. Beyinlerinin
Beynin sırları,
bilim adamları için
yalnızca bir merak
konusu değildir.
Beyin ve sinirlerle
ilgili olarak bilinen
1000’den fazla
hastalık var. Bu
hastalıklar nedeniyle
hastalanan veya
hastaneye yatan
insanların sayısı
kanser ya da
kalp hastalarının
üzerindedir.
başlangıçta daha çok psikososyal yöntemler
kullanıyordu. 1950’lerden itibaren bazı ilaçların
psikolojik durumu değiştirdiğinin anlaşılması ile
birlikte, psikiyatride ilaçların yaygın kullanımı
başladı. İlaçların etkisinin araştırılması,
beynin farklı bölgelerindeki sinir hücreleri
arasındaki bağlantıyı sağlayan bazı kimyasal
maddelerin keşfini sağladı. Bugün dopamin,
serotonin gibi bazıları hemen herkesçe bilinen
100’den fazla iletici madde tanımlanmış ve
etkileri anlaşılmıştır. Örneğin, serotoninin
hem depresyondaki rolü, hem de uyku,
saldırganlık veya cinsellik fonksiyonları ile ilgisi
çok iyi bilinmektedir. İlaçların çoğu, bu beyin
kimyasallarının çalışma etkinliğini artırarak tesir
etmektedir.
Geçen yüzyılda beyin fonksiyonları, ya beyninde
hasar olan insanların gözlenmesi veya
öldükten sonra beyin otopsileri ile mümkün
olabiliyordu. Artık beyin dalgalarını ölçen EEG,
yapısı ve çalışmasını gösteren tomografi,
MRI, PET gibi yeni görüntüleme tekniklerinin
geliştirilmesi ile birlikte, belirli fonksiyonlarımız
ve hastalıklarımız sırasında beynin faaliyeti
doğrudan incelenebiliyor. Son yıllarda genetik
mühendisliğindeki gelişmelere paralel olarak
genetik şifrenin sırları yavaş yavaş çözülüyor.
Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklara yol
açan veya bu hastalıklara yakalanma ihtimalini
artıran birçok gen belirlenmiş durumdadır.
Ancak genetiğin önemi bununla sınırlı değil: pek
çok biyolojik ve psikososyal faktörün mevcut
genlerimizin ifadelerini değiştirerek etki ettiğini
de artık biliyoruz. Eskiden beyin gelişiminin
bir yaştan sonra durduğu sanılırdı: şimdi
beyin hücre gelişimi ve bağlantılarının sürekli
olduğunu ifade eden “beyin plastisitesi” denen
27
Bezmiâlem
aktüel
/ Temmuz 2013