Page 15 - aktuel-24

Basic HTML Version

Bezmiâlem Aktüel 2019 /
15
Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa, Mahmut Yesari,
Aclan Sayılgan, Memet Fuat, Rüştü Onur ise Türk
Edebiyatında hayatının bir döneminde vereme
yakalanarak onu bizzat yaşamış ve hatta bazıları ise
ince hastalığa yenik düşmüş ünlülerimizdir.
Peki, bu anlayış Batı Edebiyatı söz konusu
olduğunda değişiyor mu? Tabii ki hayır! Oyun, aynı
özellikleri ile farklı bir coğrafyada sahne almayı
sürdürür. Lord Byron, Guy de Maupassant, Paul
Eluard, Maxim Gorky, Panait Istrati, George Orwell,
Friedrich Schiller, Albert Camus, Dylan Thomas,
Franz Kafka bu sessiz ve çaresiz oyunun önde gelen
aktörlerinden bazılarını teşkil etmektedir.
Bu dönemde öyle bir akım oluştu ki, romantizm
veremle özdeşleşti. Sanatçılar, adeta eserlerindeki
kahramanları veya kendilerini vereme
yakalanma ve ölme
zorunluluğu altında
h i ssed i yor l a rd ı .
Aslında veremden
ölmenin nasıl bir
romantik
yönü
olabilir ki… Ölüme
zayıflayarak,
kan
kusarak, nefes almaya
çalışarak
gitmenin
romantik
bir
tarafı
olamazdı.
Ancak sosyal sorumluluk
sahibi olması gereken
sanatçılar,
yazarlar,
ressamlar
romantik
olabilme modası uğruna
bu
gerçeği
görmezden
geldiler,
gerçeklerden
kaçtılar, toplumu yeterince
bilgilendirmediler.
Diğer
yandan bilim adamları da
kendilerine düşeni yaptılar
mı acaba diye düşünmeden edemiyor insan. O
günlerden günümüze çok ama çok şeyin değiştiğini
biliyoruz artık. Tanı koymada, korunma önlemlerinde
ve dahası tedavide önemli merhaleler kat edildi bu
amansız hastalıkta.
Batılılar, endemik bölgelere seyahat edecekleri
zamanlardabir tehdit unsurugördükleri tüberkülozun
en azından kendileri için bir halk sağlığı sorunu
olmaktan çıktığını düşünüyorlardı ki, artmakta olan
AIDS olgularına eşlik eden fırsatçı bir enfeksiyon
olarak tanımlamamızla birlikte yeniden dikkatleri
çeker oldu ince hastalık.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki genç
Nitekim Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki kemik
tüberkülozlu genç adamın gözüyle hastanedeki
atmosfer şöyle özetleniyordu: “Öğleye doğru
muayene odasının önü doldu. Sıralarda oturacak
yer kalmadığı için yeni gelenler ayakta durdular ve
anneler, hasta çocuklarını dizlerine oturtabilmek için
duvar diplerine çömeldiler. Karanlık dehliz. Kapalı
kapıların mustatil buzlu camlarından gelen soğuk
ışıkların buğusu, yüksek ve çıplak duvarlara vurarak
donuyor. Saatlerce bekleyenler var. Fakat buna
alışmışlar. Az kımıldanıyorlar, hiç
konuşmuyorlar. Köpüklenerek
uçan ve uzaklarda kaybolan
bir beyaz gömlek ve iyot,
eter, yağ, ifrazat ve saire
kokularından
mürekkep,
terkibi
tamamıyla
anlaşılmayan bir hastane
kokusu. Hastalara gelince,
sıralarda hiç düz oturan
yok. Hastalara sarılı bir kol
veya bacağın bozduğu
muvazene
ile
hep,
armutları kırılmış, yamrı-
yumru duruyorlar ve
büyükler
küçüklere
doğru
eğilmişler.
Başının her tarafı
sargılarla
kaplı,
yalnız bir yanağı ve
bir gözü dışarıda
kalmış küçük bir
kız çocuğu, ağzını
oynatamadığı için babasına
elleriyle işaretler yapıyor. Ötekilerin hepsi alçının
kaskatı uzattığı bir bacakla, sargıların dimdik tuttuğu
bir boyunla, asılmış bir kola, her tarafları kıskıvrak
bağlanmış gibi hareketsizdirler.”
Romanımızın kahramanı olan 15’li yaşlardaki bu
genç, dizindeki kemik veremi hastalığı nedeniyle
iki kere ameliyat geçirmiş fakat iyileşememiştir.
Doktoru, tıbbi tedavinin henüz kür sağlayacak
ilaçlara sahip olmadığını, dolayısıyla tekrar ameliyat
olmasının kaçınılmaz olduğunu tavsiye eder. Ancak