Page 49 - aktuel_sayi_3

Basic HTML Version

BezmiâlemAktüel 2014 / 3
47
yanın gidişatını doğru tesbit edip sosyal ve ekonomik
reformlarla devletin sağlamlaşmasını temin ettiği,
bir Müslüman yönetici kimliğiyle dünyayı doğru oku-
duğu için…
Kanuni’yi saymayıp Abdülhamid’i saydınız. Bunu izah
edebilir misiniz?
Sultan Süleyman Han’ı küçültmek gibi bir düşüncem
yok. Ona düşmanları dahi “Muhteşem” demişler. Uzun
saltanat yılları, devletin en yüksek noktada olması, çok
iyi bir kadronun bulunması, Pargalı İbrahim Paşa gibi
askerî ve siyasî bir dahi, Sokullu Mehmed Paşa gibi
siyasî bir dahiye sahip olması, Sinan gibi bir mimara,
Baki gibi bir şaire, Ebussuud gibi bir şeyhülislama sa-
hip olması ve diğer sayamadıklarımızla bu devleti yö-
netmesi ile Mahmud Nedim Paşalarla, Said Paşalarla
ve kendi altını oymaya çalışan askerî ve mülkî erkânla
devleti yönetmesi ve başarılı olması aynı zorluk de-
recesinde değildir. Buna günümüzde ancak, bugünkü
teknolojik imkânlarla yapılabilen dahiyâne projeler
üretmesini de ekleyebiliriz.
Osmanlı’yı İslam medeniyeti açısından değerlendi-
rirsek neler söyleyebiliriz? İslam devleti değildir,
diyenler var…
Bu konuda benim söyleyebileceklerim ancak kanaat
olabilir. Ama Osmanlı devleti bir İslam devletidir. Ori-
jinal son İslam devlet versiyonudur, diyebilirim. Daha
sonraları maalesef hep batılı zihinlerle ele alınmış
ve kurulan devletçikler batılı devlet anlayışının kötü
kopyaları olmuştur. Osmanlı’da devlet idare şeklinden
şahsî hukuka, mimarîden, musikiye, din anlayışı ve yo-
rumuna kadar İslam’dan hareketle bir model oluştu-
rularak tatbik edilmiştir.
Yaptıkları her işe Kuran’dan, sünnetten ve örften
deliller getirmişlerdir. Biz bugünden düne darbeli
zihinlerinizle baktığımızdan, ön yargılarla değerlen-
dirdiğimizden fark edemiyoruz.Bunları söylerken,
hiç yanlış yapılmadı, onlar hatasızdılar gibi şey söy-
lemiyorum. Elbette beşeriyet icabı günahları, yanlışla-
rı, fetvaları yanlış bir şekilde kullanmaları olmuştur.
Ancak bu insanları ve devleti İslam dairesinden çı-
karacak şeyler değildir. Çünkü insanlar melek de-
ğildir. Şehirlere bir bakarsak, görüyoruz ki bir cami
ve onun etrafından daireler biçiminde oluşan ma-
halleler var. Merkez cami. Şehir de bu mahalleler
topluluğu.
Tabii her şehirde de bir ulu cami var ve şehrin kimli-
ğini bize gösteriyor. Belki bu “tanrı şehri” kavramıyla
alakalı. Çünkü benzer şeyleri Katolik dünyasında da
ve diğer inanç guruplarının şehirlerinde de görebiliriz.
Onlarda da şehrin en görünür ve merkezî yerinde ka-
tedral ve benzeri binaları koyuyorlar.
Şehrin kimliğini işaret ediyorlar. İstanbul’un işgal edil-
diği kara günlerde, Rumlar şımarmış ve işgal orduları
kumandanına bu şehir Helen’dir, bizimdir demişler.
Kumandan da “Bir an dedikleriniz kabul edelim, ama
bu minare ve camileri nasıl açıklayacağız?” diye cevap
vermiş…
Şımarıklar da bir cevap bulamamışlar. İşte böyle...
Orijinal son versiyon dediniz. Bunu biraz açar mısınız?
Devlet ve toplum İslamî hassasiyetlerin temel alındığı
bir hayat yaşıyordu. Bu hayatın geçici olduğu, ebedî bir
hayatın olduğu ve hesaba çekileceğimize inanıyor ve
buna göre yaşıyordu. On dokuzuncu asra kadar yöne-
ticiler ve halk orta halli, israftan kaçınan ve insanla,
tabiatla ve Allah’la olan ilişkisini bu temel fikir ve inanç
üzerinde gerçekleştiren bir yapıda idiler. Bu da çok
gündemimize gelen vakıf anlayışını ortaya çıkarıyor.
Evliya Çelebi Bursa’dan bahsederken “...Velhasıl, Bur-
sa sudan ibarettir.” diyor. Biz de Evliya’ya uyarak Os-
manlı modeli bir vakıf medeniyetidir, diyebiliriz. Her
yerde ve her konuda vakıflarla İslamî hayat yaşanmış
ve yaşatılmıştır. Yoksa kitaplarda kalan ve hayata geçi-
rilmeyen bilgi fosilleri yoktur.