Page 31 - aktuel-8

Basic HTML Version

klasik anlayışın dışına çıkmamış ve kaliteden
taviz vermemiştir. Yani talebi kalifiye edebilmiş-
tir. Tabi, bunda onun Allah vergisi dehasının et-
kisini unutmamak gerekir. Dede bu açıdan hem
müzikal bir değere sahip olduğu kadar müzik
sosyolojisi açısından da önemli bir yere sahip-
tir. Dede’den sonra gelen birçok bestekâr hep
bu saikle hareket etmiş ve basitliğe düşmeden
yaşadıkları dönemin taleplerini yüceltmişlerdir.
Hacı Arif bey şarkı formunu geliştirmiş, Şev-
ki Bey ve Rahmi Bey bunu başarıyla devam
ettirmişlerdir. Bu başarının arka planında bu
bestekârların engin bir hissiyat ve maneviyata
sahip olmalarının yanısıra musikimizin hayatın
içinde kuvvetle var oluşu da yatmaktadır. An-
cak Osmanlı Devletinin yaşadığı talihsizlikler,
koca saltanatın yıkılışı ve Cumhuriyetin kurulu-
şuyla işler değişmeye başlamıştır. Cumhuriyetin
kuruluş felsefesinde maalesef musikimize yer
verilmemiş ve bir takım çarpık ideolojilere kur-
ban edilmiştir. Batılılaşmak adına Batı müziği-
ni ve “Batılılaştırılmış Halk müziğini” müziğimiz
olarak kabul eden Gökalpçi zihniyet, sadece
Osmanlı olduğu gerekçesiyle musikimizi dışla-
mıştır. Bunun neticesi olarak Türk Müziği eğiti-
mi veren Darül-Elhan gibi kurumlar kapatılmış,
müziğimiz müfredattan çıkarılmış ve çok daha
üzücü olanı 1934 ve 1936 yılları arasında radyo
repertuarından çıkarılmıştır. Bu büyük bir hayal
kırıklığı ve daha da kötüsü büyük bir müzikal
boşluk yaratmıştır. Sanat boşluk kabul etmez.
Eğer sanatta boşluk yaratırsanız arayı kötü ör-
nekler doldurur ki öyle de olmuştur. Arap rad-
yolarını dinleyen halkın eski musikimize olan
teveccühü yerini Arap ve Hint müziğine bırak-
mıştır. Batılılaştırmak için yapılan bu müdahale
ne Batı müziğine yaramış ne de Türk müziğine.
Batı müziği dinleyen bir kesim yaratamadığımız
gibi eskiden var olan Türk müziği talebini ve an-
layışını da kaybetmişiz. Sonrası malum arabesk
ve piyasa tabir olunan müziğin hakimiyeti. İşte
bu dönemde Sâdettin Kaynak’ın toplumun bü-
tün kesimlerinin talebine hitap eden eserler or-
taya koyuşu ve Münir Nurettin Selçuk’un çağın
idrakini kolaylaştıran icra anlayışı, bir dönem
için müziğimizin değerini muhafaza etmede ve
radyolarda, konser salonlarında, gazinolarda
(tabi ki seviyeli bir şekilde) sergilenerek hayatın
içindeki varlığını sürdürmesinde öncülük etmiş-
tir. Ancak bu hamle 90’lı yıllara kadar dayana-
bildi. Bu dönemden sonra pop ve arabeskle
yarışamayacak kadar büyük bir hüsran oluştu
musikimiz adına. Çok karamsar konuşuyorum
ama hakikat şu ki bu hazin bir hikayedir. Tarihte
defalarca tekerrür etmiş olan bir kaderin tecelli-
sidir. Yüzyıllar öncesinden gelen kültürel kodla-
rımız deforme oldu ve müzikal anomaliye sahip
nesiller ortaya çıkmaya başladı. Konfüçyus’un
söylediği o söz yine tecelli etti: “Bir toplumun
müziği bozuldu mu, o toplumda pek çok şey
bozulmuş demektir”. Sonuç toplumsal yozlaş-
ma müzikal yozlaşmayı da beraberinde getirdi.
1936’da batılı manada, konservatuarda mü-
zik veriliyor. Türk Müziği konservatuarı an-
cak 1975’te açılabiliyor. Bu aradaki kırk yılda
Türk musikisinde ve bahsettiğiniz meşk usu-
lünde bir kopma mı yaşanıyor?
Evet, o dönemdeki “inkılab” anlayışı musikiye
de sirayet ediyor. Meşhur olayı biliyorsunuz. İs-
tanbul’da Sarayburnu Parkında verilen bir kon-
serde, Atatürk de dinleyiciler arasında. Rebâbî
Mustafa Bey’in çalıştırdığı Eyüplü gençler de
bir konser verirler. Ancak açık havanın azizliği
sebebiyle sazların akortları bozuk çıkar ve arzu
edilen vasıfta bir icra ortaya konamaz. Bunun
üzerine Atatürk “burada icra edilen musiki yüz
ağartıcı olmaktan uzaktır” der. Atatürk’ün muh-
temelen orada ortaya konan icrayı konu alan
eleştirisi bütün musikimize teşmil edilir ve bir
“musiki inkılabı” başlatılır. 1926 yılında Darül-El-
han’ın Türk musikisi kısmı kapatılıp İcrâ Heye-
ti’ne dönüştürülür, resmi eğitim kurumlarında
eğitimi, resmi kurumlarda da icrası yasaklanır.
İcra yasağı 1936’da Atatürk’ün talimatıyla kal-
dırılır. Ancak eğitim yasağı Demirel’in Milliyetçi
Cephe hükümetinin kurduğu İTÜ Türk Musikisi
Devlet Konservatuarının açıldığı 1975’e kadar
tam 40 yıl devam eder. Bunu 1976’daki Dev-
let Korosu’nun açılışı izler v.s. Sonradan birçok
konservatuar ve Musiki Cemiyeti açıldı açılma-
sına ama o eski ruh maalesef kaybedildi. Çok
daha mühim olanı sizin de vurguladığınız gibi
Meşk Sistemi sekteye uğradı. Bugün musiki
eğitimi verilen kurumlarda iyi niyetli çalışmalar
yapılıyor, birçok pırıl pırıl gence musikimiz öğ-
retiliyor, ancak musikimizin arka planındaki kül-
türel ve manevi bakış açısı verilemiyor. Bunda
biraz önce bahsettiğimiz sanatsal ve kültürel
BezmiâlemAktüel 2015 /
31