Page 33 - aktuel-8

Basic HTML Version

Eskiden oyun havalarının hepsinin ayrı bir anla-
mı vardı. Folklor vardı. Herkes kendi yöresinin
oyunlarını, müziğini bilirdi. Ancak şimdi yüzyıllar
öncesinden gelen ve bir manada genetik kodla-
rımızla aktarılan sembol ve ritüelleri kaybetmeye
başladık. Hâlbuki bu sembol ve ritüeller kolektif
alt şuurumuza ait zenginliklerdir. Bizi biz yapan,
mutlu eden, huzura kavuşturan değerlerdir on-
lar ve binbir türlü depdebeyle geçen hayatımızı
anlamlı kılarlar. Güzel bir kilim motifini izlerken,
eski bir caminin çinilerine hayranlıkla bakarken,
yanık bir hicaz ezanı dinlerken hissettiğimiz hu-
zur işte bu halin yansımasıdır. Maalesef günden
güne başta müziğimiz olmak üzere bu değerle-
rimizi kaybediyoruz. Her bir detayında bir tarih
yatan, bir insanlık kazanımı olan musikimizi ko-
ruma altına almak, bu meyanda devlet politika-
ları geliştirmek zorundayız. Yoksa sığ, kısır ve
zayıf bir kültürün esiri olmaya doğru gidiyoruz.
Ciddi bir paradigma değişikliğinden söz edi-
yorsunuz yani…
Son 20 senenin en çok konuşulan sorunu “glo-
balizasyon” ya da “küreselleşme” dediğimiz
süreç. Bu süreç insanı tektipleştiren ve tek tip
kültürü dayatan tehlikeli bir süreç. Bir kültür
endüstrisi ve bu endüstriyi insanlık değerlerini
yozlaştırmak için kullanan bir kültür emperyaliz-
minden söz ediyoruz. "Global kültür" adı verilen
bu anlayış matematikteki çarpmanın yutan ele-
manı sıfır gibi bulaştığı ve dokunduğu her şeyi
yok ediyor ve değersizleştiriyor. Müziği, sine-
mayı, tiyatroyu, edebiyatı, şiiri, folklorü, ritüel-
leri, inançları kısacası bütün insanlık değerlerini
tehdit ediyor. Hâlbuki bizim arzu ettiğimiz ve
doğru olan şey bütün kimlikleri, etnik unsurları
ve kültürleri kendilerini muhafaza edecekleri bir
uzlaşma zemininde bir araya getirmektir. Her
bir kültürün yaşayacağı ve zenginliklerini ak-
taracağı sağlıklı bir ortamı yaratmaktır. Bu, en-
düstri toplumlarının ortak sorunudur. Kapitalist
mantık, yaşamak için sahip olunması gereken
şeyleri iş, para ve gıda olarak sınırlandırmış du-
rumda. Tamam bu asli unsurlar olmazsa olmaz
şeyler, ancak hayatı güzelleştirmek ve anlamlı
kılmak için yeterli değiller. İnsanoğlu bu değer-
leri sahiplenmeyerek bindiği dalı kesşyor ve şid-
detli bir paradoksun içine sürükleniyor. Sağlıklı
olmak için maddi imkânlar gerekli deyip gece
gündüz durmaksızın çalışan ve günün birinde
bu stresin altında ezilip sağlığını kaybeden ve
kazandığı paranın hayrını göremeden ölen bir
insan modeliyle karşı karşıyız. Bizi bu paradoks-
tan kurtaracak olansa maneviyattır. Maneviyat
ise içinde inancın, sanatın, musikinin, sohbe-
tin, muhabbetin, müsamahanın ve paylaşımın
yer aldığı bir yaşantılar manzumesidir. Batının
19. yüzyılda başlattığı kapitalist paradigma ar-
tık çökmüştür. Tıkanmıştır ve insanı tüketmiştir.
Artık manaya dönme zorunluluğu içindeyiz. Gü-
nümüz insanının son yıllarda manevi değerlere
yönelişini sevinç ve umutla izliyoruz.
80’li yıllarda Maurice Bejart adında bir Fran-
sız sanatkarın bir yazısını okumuştum. Diyor
ki… Batı medeniyeti yeteri kadar büyük bir
medeniyet değildir. Çünkü tekçi bir medeni-
yettir. Alternatiflerini yok ediyor, alternatif-
leri ortadan kaldırıyor. Her gittiği yere Viet-
nam’dan Şili’ye kadar nereye giderse kendi
değerini getiriyor diğerini yok ediyor.
Mehmet Akif “medeniyet dediğin tek dişi kal-
mış canavar” mısraıyla biraz önce bahsettiği-
miz materyalist mantığı çok güzel tanımlıyor.
Batıda çok daha şiddetle hissedilen maneviyat
yoksunluğu ve bunun getirdiği umutsuzluk ve
mutsuzluk doğu toplumlarına da siyaret ediyor.
Batı sözde medenileştirdiği, bizce tektipleştirdi-
ği toplumları da kendine benzetiyor ve o top-
lumların sahip olduğu değerler de birer birer
kayboluyor. Bu tuzağın farkına varıp doğunun
o gizemli sırlarını keşfe koyulan batılılar da var
tabi ki. Hazreti Mevlana'yı duyduktan sonra
onun yolunu öğrenmek için topraklamıza gelen
binlerce insan var. Bilim, insanı artık "biyopsi-
kososyospiritüel" bir varlık olarak tanımlıyor.
Yani maneviyat insan için özel bir öneme sahip
engin ve spesifik bir alan olarak kabul ediliyor.
Bu tanımlama beraberinde tıbba ve tedavi yön-
temlerine maneviyatın da katılımını sağladı ki
bence bu insalık için bir dönüm noktasıdır. Artık
dünyada kabul gören bir “spiritüel terapi” kav-
ramı var. “Dua” kürsüleri kuruluyor. “Yoga” ve
"akupunktur” küçümsenip dışlanırken bugün
tıp fakültelerinde ders olarak okutuluyor. “Ta-
savvuf”diğer ilimleri de besleyen bir ilim olarak
BezmiâlemAktüel 2015 /
33