Page 29 - aktuel-9

Basic HTML Version

BezmiâlemAktüel 2015 /
29
Unutulan Geleneğimiz Diş Kirası
Osmanlı döneminde birçok evde, özellikle de köşk veya
konaklarda iftara davet edilen misafirlerin yanı sıra, çat
kapı gelen Allah misafiri de geri çevrilmez, içeriye alınır,
onlar için de sofralar hazırlanırdı. İftarın verildiği köşk
veya konak ziyafet evi halini alır, iftar sofralarında tabiri
yerindeyse kuş sütü hariç her şey bulunurdu. Misafirler
iftarını yapıp teravihe gitmek üzereyken hane sahibi ta-
rafından “yemek yiyip dişleriniz yoruldu” diyerek, kadife
keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tesbihler, oltu
taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler gibi hediyelikler, diş kirası
olarak hediye edilirdi.
Konaklara ve evlerine gelen misafirlere ise hane sahibinin
zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak içinde gümüş akçe
veya altın paralar bir kadife kese içerisinde diş kirası ola-
rak verilirdi. Yemeğini bitirenler diş kiralarını aldıktan son-
ra “Kesenize bereket”, “Allah daha çok versin”, “Ziyade
olsun” gibi dualarla konaktan ayrılırlardı. Osmanlı’da Diş
kirası denilen bu hediyenin zarif gerekçesi ise davetlilerin
o gece zahmet edip gelerek hane sahibinin sevap kazan-
masına vesile olması olarak açıklanırdı.
Türk kahvesi, diğer yiyecek ve içecekleri tüketmede
olduğu gibi, insanımızın âdeta “nimete” bir saygının
gereği olarak lezzetini hissederek tükettiği bir içe-
cektir. Kahve kavrulma, öğütülme, pişirilme ve ikram
edilme usûlleriyle; emek, temizlik ve dikkat isteyen bir
içecektir. Bu usûller, kahvenin lezzetini artıran unsur-
lardır. Bunca zahmet biraz da kahve ikram edilen kişi-
ye verilen değerin bir nişânesidir.
Ev sahibi misafirine verdiği değeri, hazırladığı ve
özenle sunduğu kahvesi ile gösterir. Kahvenin kabulü
ise ikramda bulunanı onurlandırır. Beraberinde getir-
diği dostluk, sevgi ve paylaşım için bir fincan kahveye
büyük anlamlar yüklenir. "Bir fincan kahvenin kırk yıl
hatırı vardır" sözü bunu en iyi şekilde vurgular. Dili-
mize yerleşen "kahvesi içilir olmak" ve "bir kahveni
içerim" deyişleri de bunu ifade eder. Kahve içmek
Türk halkı için o kadar büyük önem taşır ki, dilimizdeki
"kahvaltı" kelimesi kahve-altı sözcüklerinin bir araya
gelmesiyle ortaya çıkmıştır.
Osmanlı’da kahve ikramının ayrı bir önemi vardı. Bazı
yerlerde misafirlere kahveden önce lokum veya şe-
kerleme türü bir tatlı ikram edilir, onun tadı geçmeden
acı bir kahve sunulurdu. Kahve, bayramlarda, kulp-
suz fincanın kendine uygun bir fincan zarfına konul-
masıyla diğer günlerde ise tabaklı fincanlarda ikram
edilirdi. Bazen kahveye farklı bir tat kazandırmak için,
kahvenin içine çiçek suyu, “ak amber” veya “kâküle”
katılırdı.
Sarayda kahve ikramı ise, çok daha önemli bir işti. Sa-
raya ilk olarak Kanunî döneminde girdiyse de, kahve-
nin saray içeceği olarak itibar kazanması 4. Mehmed
zamanında olmuştur. Sarayda sadece Yemen kahvesi
tercih edilirdi. Kahve ikramı için kullanılan fincanlar,
İznik veya Kütahya çinisinden yapılır; bu fincanların
etraflarında, elin yanmaması için kulp vazifesi gören
gümüş veya altın bir zarf olurdu.
Kahveye başlangıçta şeker atılmazdı. Osmanlı’ya
gelen yabancılar bu acı tattan pek hoşlanmadılar ve
yazılarında, şiirlerinde acı kahveden bazen de olum-
suz anlamda bahsettiler. Bu acı sözünün o dönemde
Türklere karşı olan korku ve düşmanlığı da yansıttığını
söylemek mümkün. Daha sonra Fransız saraylarında
kahveye şeker atılmaya başlanınca kahve hızla yayıl-
dı.